4 Eylül 2010 Cumartesi

Ahududu Çiftliği




Gene ders dahilinde yakınlardaki bir çiftliği ziyarete gittik. Bitmek bilmeyen buğday tarlalarının arasından geçip organik bir çiftiğe varmak nefes aldırıyor. Uçsuz bucaksız sarı buğday tarlalarından renklerin karıştığı tarlalara geçiş yapıyoruz. Sarılara yeşil katılıyor, yeşillere pembe, pembelere mor. Sırf buğdaylar bağırmıyor biz varız diye, meyveler sebzeler koro halinde hep beraberiz diyor organik çifliğe adım attığınızda. Bu seferki çiftlikte bizi "bizim gibi" birisi karşıladı! Genç, şehirde doğmuş büyümüş ve tarıma sonradan dahil olmuş bir kadın. Anlattığına göre mutfak masasında başlamış her şey. Bir gün kocasıyla otuturken artık hayatımızı değiştirelim demiş ve 3 sene süren çalışmalar sonucunda bu çiftliği yaratmış. Ürünlere gelince... En çok ne seviyorsak onu yetiştirelim diye düşünmüşler ve sonuç ahududu olmuş! Ahududular ekilmiş sıra sıra, otlaklar düzenlenmiş koyunlar davet edilmiş, araziye dahil olan ormanlık alana kovanlar yerleştirilmiş usulca ve tavuklar buyur edilmiş. Ve başlamış yeni hayat. Zorluklar da başlamış tabi. Tarım bilmeyen insanların tarımla uğraşması ne kadar zorsa o kadar! Ahududular ilk sene böceklere teslim olmuş. Yeni yöntemler bulunmuş sonrasında. Tuzaklar yerleştirilmiş (Feromon sürülen tuzaklar erkek böcekleri çekiyor ve onları hapsediyor, çiftleşme gerçekleşmiyor ve böylece de larva oluşumu engelleniyor). Ahududular çoktan toplanmıştı biz gittiğimizde ama arada kalan tek tük pembe meyvelere hiç acımadık, ağzımızı tatlandırdık. Sıra koyunlara görmeye geldi. Norveç'in en eski ırklarından olan küçük, güzel tüylü, matrak koyunlar (ovis brachyura borealis). Ev sahibesi çiftliği kurarken tipik bir koyun almak istememiş, organik tarımı bir hayat felsefesi içerisinde gördüğünden olacak, yerli ve geleneksel bir koyun türü ile yaşamayı ve uğraşmayı uygun görmüş. Böylece toprağa ve tarihe daha yakın hissediyormuş kendini. Kadının ne demek istediğini yazın kaldığım Salihli Tekelioğlu Köyü'nde her gün tekrar tekrar hissederek ve yaşayarak anlamıştım. Tümülüslerin ortasında gezerken 2010'da değilmişiz gibi düşünmüştüm hep. Ne yetiştirmişlerdi bu tümülüslerin sahipleri? Ne yemişlerdi? Hangi hayvanlar otlamıştı yanlarında? Bu ağaçlar yokken ne vardı? Kaç sefer tütünlere bakıp bu tümülüsler yapılırken insanlar bilseler zamanla buraya tütün gelecek yerleşecek diye şaşırırlar mıydı? demiştim. Ata tarımı ne kadar geçmişe götürülebilir ki günümüzde? Hangi koyunlar bizim için atadan kalma sayılabilir bilemiyorum. Karışmışız, almışız vermişiz günümüze gelmişiz. Norveç'in küçücük bir kasabasında küçücük bir çiftlik bana neler düşündürüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder